Kendinden nefret eden bir ulusu büyüleyen adam: Jürgen Klinsmann #2

Premier Hikayeler’in son baskısında Jürgen Klinsmann’ın Premier Lig hikayesindeki ikinci perdeyi açıyoruz.

“Sabahın üçünde, yol kenarındaki bir büfede Belly Buster Burger yerken Jurgen Klinsmann’ın yanındaydım. Sanırım bu anı asla unutmayacağım.”

“Sky Sports’un “Football’s Cult Heroes” adlı podcast serisinden çevrilmiştir.

Kendinden nefret eden bir ulusu büyüleyen adam: Jürgen Klinsmann #2

Maceralar ve spekülasyonlarla başlamış olsa da Jurgen’in İngiltere’de yaptıkları göz kamaştırıyordu. İlk 10 maç geride kaldığında 11 gol atmıştı. Yalnızca Spurs taraftarlarından değil, geldiği dönemde ona muhalif olan herkesin ve İngiliz basınının övgüsünü çoktan hak etmişti.

O kadar ki, Klinsmann’ın Tottenham transferi açıklandığı dönemde The Guardian’daki köşesinden “Jurgen Klinsmann’dan nefret ediyorum” başlığını kullanarak yazan Andrew Anthony yeni bir makale yayınlıyor ve adını “Jurgen Klinsmann’ı neden mi seviyorum?” olarak koyuyordu.

“Life Goals” podcastinin sunucusu ve büyük bir Spurs taraftarı olan Delaney o günleri aktarırken; “Başlangıçtaki maçlarda hayli iyi gözüküyorduk. Everton’a karşı inanılmaz bir röveşata golü attı. Ardından Ipswich deplasmanına gittiğimizi ve orada da kazandığımızı hatırlıyorum. Ipswich’den dönerken radyoda Tottenham’ın Brezilya ile dünyanın en iyi futbol takımının kim olduğuna karar verilebilmesi için bir maç yapması gerektiğinin söylendiği radyo yayını duydum.”

Klinsmann’ın büyüsü Londra’yı öylesine sarmıştı ki taraftarların hissiyatı tam da Delaney’nin aktardığı şekildeydi. Ancak tüm bunlar yaşanırken Jürgen, takım arkadaşlarına ve Londra’daki yaşama alışmaya çalışıyordu.

Dönemin orta sahalarından David Howells yaşananları detaylarıyla anlatıyor; “Eğer güzel bir sonuç aldıysak dışarı çıkıp kutlardık. Şu an açık olmadığı için hayli üzgün olduğum Walthamstow’daki “Charlie Chan’s” kulübüne giderdik.”

“Jürgen’de bizimle gelir, güzel bir akşam geçirirdik. Gecenin sonu geldiğinde takımdan birkaçımız taksiye atlar ve bir şeyler yemek için yola koyulurduk. Ona ilk kez “Hey Jürgen, bir şeyler yemeye gidiyoruz.” dediğimde “Tamamdır, nereye gidiyoruz?” demişti.”

Klinsmann’ın herhangi bir yerdeki güzel bir restoranda yemek yiyeceklerini düşündüğünü söyleyen Howells; “Waltham meydanında yol kenarında durduk. Swallow Oteli’nin hemen yanında bir hamburger büfesine gelmiştik. Sabahın üçünde, yol kenarındaki bir büfede bizimle Belly Buster Burger yiyor, sohbet ediyordu. O günü asla unutamayacağım. Diğer çocukların da unutacağını sanmıyorum. Gerçeklik dışıydı fakat zekiceydi. Onu özetliyordu. Çok hoş, bir o kadar üst düzey bir adamdı.”

Saha içerisinde göz kamaştıran Klinsmann’ın varlığına karşın kulüp içerisinde çatlaklar da meydana geliyordu. Kırılmaların başladığı nokta Ardiles’in 4-1-5 formasyonu ve ultra atak mantalitesinin güzel sonuçlar getirmeye yetmemesiydi. Sorular sorulmaya başlıyordu.

Eski The Guardian gazetecisi ve Tottenham biyografisi yazarı Julie Welch; “Ünlü beşliye sahiptik. Klinsmann, Illie Dumitrescu, Nicky Barmby, Darren Andertson ve Teddy Sherringham ön hattı oluşturuyordu. Sadece inanılmazdı, rüyalar aleminde gibiydik. Onlar ünlü beşliydi.”

Ancak bu rüya gibi ön hattın bir de öteki yüzü vardı diye aktarıyor Welch; “Çok fazla gol atmaya başlamıştık. Ancak Justin Edinburgh; “Herkes ünlü beşli hakkında konuşuyor, fakat arkadaki dörtlüyü de boktan dörtlü olarak konuşmalılar” diyordu. Tüm bu yaşananlar o dönemdeki Spurs dramının bir parçasıydı. Gerçekten komik bir operayı andırıyordu.”

  • Justin Edinburgh (1969-2019): 2019 yılında hayatını kaybeden ve dönemin Tottenham kadrosunda da yer bulup Porstmouth’a kiralanan eski oyuncu ve teknik direktör

Ekim ayının sonları yaklaşırken Lig Kupası’nda alınan 3-0’lık Notts County mağlubiyeti Ardilles hanedanlığının da sonunu getirmişti. Kulüp sahibi Lord Alan Sugar daha pragmatik bir yol seçerek koltuğu Gerry Francis’e emanet ediyordu.

Bu dönemde Jürgen attığı goller ve sahip olduğu yeni partner ile parlarken Spurs’de puan tablosunda yukarı tırmanmaya başlamıştı. Dönemi anlatmaya devam eden Delaney; “Bana göre Klinsmann’ın ilk sezonu ile ilgili fark edilmeyen ya da konuşulmayan en göz alıcı şey Teddy Sheringham’a yaptığı katkı, yarattığı değişiklikti.”

Klinsmann’ın Teddy Sheringham’ı değiştirdiğine inanan podcast sunucusu; “İlk birkaç maçta Sheringham’ın Jürgen’in varlığından biraz fazla korkmuş gibi gözüktüğünü hissettim, onun seviyesinde olduğunu düşünmüyordum. Kimsenin de böyle düşündüğünü sanmıyorum.”

Fakat hiçbir Spurs taraftarının beklemediği bir şey oldu. Klinsmann özel bir adamdı ve Sheringham’da da özel olan bir şeyler hissetmişti. Delaney olan bitene “yeteneği gördüğü anda anlamıştı” diye bakıyor.

Yeni menajer Francis ile 25 lig maçında göz alıcı bir gelişme kaydeden ekip yalnızca 3 mağlubiyet almıştı. FA Cup’tan menedilen ve 12 puan silme cezasıyla mücadele eden bir ekip için ortam şahaneydi. Fakat perde arkasında Jürgen Klinsmann’ın fikirleri değişmeye başlamıştı. Bundesliga’dan ayrı geçen 6 sezonun ardından Bayern Münih yıldız hücumcuyu ülkeye geri getirmek istiyordu.

Stuttgart formasıyla attığı 94 gol onun ismini dünyaya duyururken Almanya’da futbol oynama fikri tekrar kendini göstermeye başlamıştı. Tottenham’a katılmak için Monako’da, Lord Sugar’ın teknesinde imzalanan sözleşme bu fikre açık kapı bırakıyordu. Eğer Tottenham Avrupa kupalarına kalmayı başaramazsa Klinsmann serbest kalma hakkına sahipti.

Dönemin kaptanı Mabbutt olaylar ciddileşmeye başlamadan Klinsmann ile yaşadıklarını şöyle aktarıyor; “Henüz basına hiçbir haber sızmadan önce onunla odada olan bitenler hakkında konuşurduk. Bir akşam bana Bayern Münih’in kendisini aradığını, önümüzdeki sezon onlara katılmasını istediklerini söylediğini anlattı.”

Mabbutt’u etkileyen ise Jürgen’in bunları paylaşması değil, kafasında dolaşan fikirlere rağmen koruduğu profesyonelliğiydi; “Sezon sona erdiğinde kulüpten ayrılabileceğini bilmesine rağmen hiçbir şey Jürgen’in performansına, antrenmanlarda gösterdiği efora ve tavırlarına etki etmedi. Gösterdiği duruş benim için göz alıcıydı.”

Alman tankının Bayern’e transferi ise pek çok kişinin düşündüğü kadar kolay gerçekleşmemişti. The Athletic’ten Alman Futbol Uzmanı Raphael Honigstein olayların perde arkasına açıklık getiriyor; “Jürgen’in babası Swabialı olduğundan babasına asla Bayern için oynamayacağına dair verdiği bir söz vardı. Swabia kendi geleneklerine şiddetle bağlı olan, büyük çoğunluğun Stuttgart taraftarı olduğu bir bölge. Ayrıca geçmişten bugüne devam eden azılı bir Bayern Münih düşmanlığına sahip.”

“Biraz Leeds United’ı bırakıp Manchester United’a gitmek gibiydi. Duygusal olarak biraz girmek istemeyeceğiniz bir durum fakat geri çevirmek için gerçekten büyük bir iş teklifi. Tabii ki finansal getirisi büyük bir hamleydi fakat Jürgen için en önemlisi daha fazla kupa kazanabilmek için sahip olduğu şanstı. Bu, o dönemde Klinsmann’ın en büyük hedefiydi ve bu yüzden asla hayır diyemeyeceğini düşündü.”

Sezon sona ererken Klinsmann ve Sheringham ikilisi Tottenham için 52 gole imza atmıştı. Takım ligi yedinci sırada tamamlarken Avrupa kupalarını kıl payı kaçırıyordu. Cezanın ardından gelen ilk FA Cup macerası ise yarı finalde dönemin nihai kazananı Everton’a kaybedilerek sona ermişti.

Herhangi bir Avrupa mücadelesine hak kazanılmamış olması sonrası Klinsmann’ın ayrılması artık kaçınılmaz hale geliyordu. İngiltere’ye ayak bastığı günlerde kendisine hayli zor günler yaşatan İngiliz basınının “Yılın Oyuncusu” ödülüne layık görülmüştü bile.

Honigstein’a göre Klinsmann için Tottenham’ın özel bir yeri vardı; “Tartışmasız bir biçimde onun kulüple, Londra’yla ve İngiltere’de futbol oynamakla ilgili duygusal bir bağı olduğunu düşünüyorum. Fakat Bayern Münih geldiğinde, onun için neyin gerekli olduğuna ve doğru hamlenin ne olacağına dair rasyonel yaklaşımından taviz veremedi. O kadar derine inmesi mümkün olmadı.”

Bayern Münih 1,4 milyon sterlin karşılığında Klinsmann’ı Almanya’ya geri döndürmeyi başarmıştı. Monako’nun muhteşem limanında, hayli romantik başlayan hikâye Alan Sugar için o kadar romantik bitmemişti. Ona göre Alman oyuncunun ayrılışı kendisine ve Tottenham’a yapılmış bir hakaretti.

Bir televizyon röportajı sırasında Sugar, muhabire imzalı bir Klinsmann forması fırlatıyor ve “Bununla arabamın ön camını bile silmem” diye bağırıyordu. Welch olan biteni şöyle özetliyor; “Güle Güle Klinsmann. Güzel bir rüyaydı ve şimdi rüya bitti”

“Ancak tabii ki bitmemişti, çünkü geri döndü.”

Ayrılışın ardından geçen üç sezon tartışmasız bir şekilde Klinsmann’ın kariyerindeki en başarılı sezonlar olmuştu. 95/96 UEFA Kupası Bayern Münih’in olurken Jurgen attığı 15 golle turnuvanın gol rekoruna imza atıyordu.

Takip eden yaz kaptanlığını yaptığı Alman Milli Takımı, Euro 96 yarı finalinde bir kez daha İngiltere’yi eleyerek şampiyonluğa uzanıyordu. Bir sonraki sezon Bundesliga şampiyonluğu kazanılmıştı. Gelen başarılar ve kupalara rağmen her şey Klinsmann için yolunda gitmiyordu. Bayern teknik direktörü Giovanni Trapattoni ile ilişkisi geri dönüşü olmayan bir noktaya gelmişti.

Honigstein; “Münih’ten ayrılması gerektiğini hissetti. Çünkü Trapattoni ve onun defansif oyun anlayışının kendisine uygun olmadığını, ona iyi gelmediğini düşünerek hayal kırıklığına uğramıştı.”

Olayların derininde yer alan gerçekleri de aktarıyor Honigstein;” Meşhur reklam panosunu tekmeleme olayı yaşandı. Reklam panosuna güçlü bir tekme attı ve kocaman bir delik açtı. Bu olay geldiği noktayı, sınırda hissettiğinin göstergesi. Ne kendinden ne de oynadığı futboldan keyif alıyordu. Aynı zamanda Lothar Matthaus ile ters düşmeye başlamıştı.”

Kaçınılmaz olan yaşandı ve Klinsmann gördüğü ilk kaçış rotasını tercih etmiş, Sampdoria’nın yolunu tutmuştu. Fakat İtalya’da geçen dört ayın ardından memnun değildi ve başka bir çıkış yolu aramaya başlamıştı. Tüm bunlar yaşanırken Tottenham ihtimali tekrar ufukta gözüküyordu.

97/98 sezonunda Sheringham Manchester United yolunu tutmuştu. Onun yerini doldurmak için yapılan Les Ferdinand ve David Ginola transferleri ise beklenen etkiyi yaratmaktan uzaktı. Sezon kötü başlamış ve menajer Francis kötü başlangıcın bedelini ödemişti. 14 maç sonunda gelen 3 galibiyetin ardından ismi çok da bilinmeyen İsviçreli çalıştırıcı Christian Gross koltuğu devralıyordu.

Gross, kâğıt üstünde başarılı bir CV’ye sahipti. Grasshoppers ile iki lig şampiyonluğu ve bir kupa kazanmıştı. Fakat Spurs taraftarları ikna olmamıştı ve küme düşme ihtimali herkesin aklını kurcalamaya başlıyordu. İç sahada gelen 6-1’lik Chelsea mağlubiyeti ve takip eden maçta Coventry karşısında alınan 4-0’lık yenilgiler sonrası Spurs olabilecek en kötü noktadaydı. Lig tablosu Tottenham için 19.sırayı gösteriyordu.

Delaney; “Gerçekten başımız beladaydı. Küme düşme gerçek bir ihtimaldi ve o noktada takımın başında ne taraftarları ne de kendisini ikna edebilmiş bir menajer vardı.” Diyor.

Takımın orta sahalarından Howells ise takımın teknik patronu Gross ile ilgili problemi açığa çıkartıyor; “Antrenman sahasında ve yaptıklarında hiçbir problem yoktu. Sorun oyuncularla olan ilişkilerindeydi. Antrenmanlarımız yenilikçi ve farklıydı. Daha önce hiç görmediğimiz bir tarzı vardı ve keyif alıyorduk. Fakat sorunlu olan kısım adam yönetimiydi.”

Ortaya çıkan bu tabloda Tottenham’ın bir kez daha kahramana ihtiyacı vardı ve tam da o anda şövalyeleri, parlak zırhıyla birlikte hazırdı. Klinsmann kariyerine mükemmel bir veda için 98 Dünya Kupası’ndan sonra emeklilik planı oluşturmuştu. Fakat turnuvada yer alabilmesi için öncesinde düzenli bir biçimde oynamaya ihtiyacı vardı.

Lord Sugar kin besleyebilirdi fakat takımının Premier Lig serüveninde hayatta kalması söz konusu olduğunda hiçbir anlaşma masadan kalkamazdı. Klinsmann, sezon sonuna kadar Tottenham’a kiralanıyordu.

Kaptan Mabbutt, iki taraf içinde faydaları olan bu transferi şöyle özetliyor; “Jürgen’in her hafta oynayacağı bir takıma, bizimse içinde bulunduğumuz küme düşme sıkıntısından kurtaracak birine ihtiyacımız vardı. Bence o dönem Jürgen’i geri getirmek bizim için büyük bir bonus oldu. Harikaydı, ihtiyacımız olan transferdi.”

Klinsmann’ın ikinci Ada macerasında çıktığı ilk Londra derbisi Arsenal’e karşıydı. Etkisi kendini çabuk gösterdi. Golde yaptığı asist sonrası Tottenham ezeli rakibine karşı sahadan bir puanla ayrılıyordu. Ancak parlak başlangıcı sürdüremedi. Çıktığı sekiz maçta yalnızca bir gol atmış, ardından çenesindeki kırık nedeniyle bir ay sahalardan uzak kalmıştı.

Perde arkasında da işler hızla değişiyordu. Klinsmann ve Gross’un oyun tarzı hakkındaki fikir ayrılıkları ilişkilerini sorunlu hale getirmişti. Howells; “Araları bozuktu ve kelimenin tam anlamıyla hiç konuşmuyorlardı. Jürgen iki-üç yıl önce olduğu oyuncu değildi ama yine de harikaydı ve bazı harika performanslara imza attı. Fakat garip bir atmosferdi ve açıkçası Jürgen’in kalmayacağını biliyorduk. Mabbutt ve benim kontratlarım sona eriyordu ve Gross’un elinde süpürgeyle kulübü temizleyeceğini biliyorduk. Bu yeterince adildi.”

Spurs için işler umutsuz haldeyken gelen Klinsmann bir noktada bağı tekrar kurdu. Liverpool, Palace ve Newcastle karşısında atılan goller hayati puanlar getirmiş ve Tottenham’a kurtuluş umudu sağlamıştı. Ancak gelen puanlar ve formdaki artışa rağmen küme düşme ihtimali belirgin olarak masadaydı. Son iki hafta kala rakip düşme hattında mücadele ettikleri Wimbledon olacaktı. Delaney; “Kaybetmiş olsaydık, alt lige düşmüş olabilirdik. O gün kesinlikle sonuca ihtiyacımız vardı.” Diyor.

Ve o gün, Jürgen Klinsmann, Londra’da güneşli bir öğleden sonra Tottenham’ın süper kahramanı olmuştu. Alınan 6-2’lik galibiyette attığı dört golle takımının Premier Lig’e ait olduğunu teyit etmişti.

“O maçı Tottenham taraftarı olan biri asla unutmaz. Özellikle de o gün stadyumda olanlar. Çok ama çok önemliydi. Kazanamasaydık düşebilirdik ve düşseydik kim bilir neler olurdu. Her türlü olasılık mevcuttu. Ne olduğu, sahada yaptıkları çok önemliydi. O gün etrafta olan hiçbirimizin içinde olduğumuz tehlikeyi hafife aldığını sanmıyorum.” Sözleriyle tüm Spurs taraftarlarının yaşadığı gerilimi ortaya koyuyor Welsh ve ekliyor:

“Eğer Tottenham taraftarıysanız, o an yaşadığınız rahatlamanın zaferden çok daha değerli olduğunu bilirsiniz. Çok büyük bir oyuncunun en iyi yaptığı şeyi izledik. Bir maçta dört gol attı. Bunun yaşandığını sık görmezsiniz. Ve işte evet sahip olduğumuz o “Tek Boynuzlu At” bizi düşmekten kurtarmıştı.”

Jürgen Klinsmann, White Heart Lane’e sadakatini son kez sahaya çıkarak gösterdiğinde rakip Southampton’dı. 1-1 biten maçta attığı gol ve o muhteşem “dalış” sevinci muhteşemdi. Görev tamamlanmıştı.

Tottenham taraftarları mutluydu, Alan Sugar rahatlamış, Klinsmann 98 Dünya Kupası’na katılarak kariyerini olabilecek en üst seviyede sonlandırma yoluna girmişti.

Welch; “O zamanlar bir oyuncunun kendi kaderinden sorumlu olmasını, kararları kendisinin vermesini beklemiyordunuz fakat Klinsmann açık bir biçimde öyle bir oyuncuydu. Bırakın Spurs’teyken çalışmak zorunda olduğu tüm yöneticileri, Alan Sugar’ı bile dengelemişti. O, kendi yoluna giden bir adam ve Tottenham’dan istediğini aldı. Açıkçası biz de ondan beklediklerimizi tam anlamıyla almış olduk.” Derken Alman oyuncunun kulüp üzerinde bıraktığı etkileri gözler önüne seriyor.

“Sonsuza dek kulübünüzde kalmasını isteyeceğiniz türde bir oyuncuydu çünkü fantastikti fakat bilirsiniz işte bu tarz şeyler asla gerçek olmaz. Ona iki sezon boyunca sahip olabilmek muhteşemdi. Bizim için işini yaptı. Tottenham’ı kurtardı. Süper kahramanımızdı.”

Klinsmann, 3 farklı Dünya Kupası’nda üçer gol atmayı başarmış ilk oyuncu olarak tarihe geçerken, Alman Milli Takımı da 98 Dünya Kupası’nda Çeyrek Finale ulaşmıştı. 34 yaşında, tıpkı hayal ettiği gibi futbolun zirve noktasındayken futbolu bıraktı.

Başlangıçtan sona dek kendi hikayesini kendi yönlendiren bir oyuncu oldu. Welch; “Klinsmann, İngiltere’deki bir tür aykırı insandı.” diyor. “Alışık olduğumuz futbolculardan tamamen farklı bir kişiliği vardı. Kendi kaderinden gerçekten sorumlu olduğunu bildiğim ilk futbolcuydu. Çok güçlü ve zeki bir karakterdi. İnsanlar onun hesap yaptığını söylerdi ama ben kendi kariyerinde ilerlemek isteyen, parlak bir insandan daha hesaplı olduğunu hiç düşünmedim.”

“Her şeyi çözmüştü, ne yapmak ve nereye gitmek istediğini biliyordu. Yoluna kendi isteği dışında çıkan hiçbir şeyi yapmayacaktı” sözleriyle Klinsmann’ın hayat hikayesini özetliyordu Welch.

Jürgen Klinsmann, Premier Lig’de oynadığı iki sezonda toplam 18 ay geçirdi. Tottenhamlılar için karanlık zamanlardaki parlak bir kıvılcımdı. Ancak İngiltere maçındaki mirasına bakılacak olursa bunun çok da ötesine geçmişti.

Honigstein; “Klinsmann’ın bir öncü olduğu kuşkusuz doğru” diyor. “Premier Lig, gücünün zirvesinde olan Avrupalı süper yıldızlar için çok çekici gözükmezken, o burayı tercih etti. Sanırım Premier Lig’i onaylamış oldu. İnsanların oradaki finansal olanaklara gözlerini açtı, fakat aynı zamanda halkın övgüsüne dair ne tür bir eğlence potansiyelinin olduğuna dair de bilgi verdi”

Honisgtein’ın bu yaklaşımına Delaney’de katılıyor; “İngiliz futbolunun yabancı oyunculara ve yabancı futbol kültürüne karşı daha az ayrıştırıcı ve daha az düşmanca hale gelmesinde kesinlikle bir öncü olduğunu düşünüyorum. Dünyanın en iyi ligi haline geldik ve Klinsmann gibi oyuncular o günlerde ve 90’ların başlarında bunun katalizörleri oldular.”