Kendinden nefret eden bir ulusu büyüleyen adam: Jürgen Klinsmann #1

Premier Hikayeler’in 3.baskısı, Dünya ve İngiliz futbolu için çok ikonik bir ismin Ada macerasını sizlere taşıyor. Alman futbolunun efsane isimlerinden Jürgen Klinsmann’ın Tottenham ve Premier Lig macerası, o günleri yaşayan oyuncular, gazeteciler ve taraftarların anlatımıyla karşınızda.

Ekip olarak bu hikâyeyi iki bölümde sizlere aktarmaya karar verdik. Yazıyı okudukça sizlerin de hak vereceğini düşünüyoruz ki Klinsmann’ın gelişi ve ardından oynadığı futbolla akıllarda yer edip ayrılışı iki farklı hikâyeyi içinde barındırıyor.

Sky Sports’un “Football’s Cult Heroes” adlı podcast serisinden çevrilmiştir.

Jürgen Klinsmann

Lord Alan Sugar söz konusu olduğunda bir yolculuğun iş gezisi mi yoksa tatil mi olduğunu anlamak pek mümkün değildir. İkisi arasında her zaman ince bir çizgi bulunur. 1991-2000 yılları arasında Tottenham kulübüne başkanlık eden Lord Sugar’ın Jürgen Klinsmann hikayesi de yine aynı ince çizgideki bir seyahatte başlar. 1994 yazında yatı Monako’da demirleyen Sugar, Dünya Şampiyonu ünvanına sahip ismin evine yalnızca bir taş atımı mesafededir.

Klinsmann’ın evi limana o kadar yakındır ki telefonda konuştukları sırada Lord Sugar’a el sallar. Görüşme sona erdiğindeyse Alman oyuncu yola koyulmak üzere gemiye binmeye çoktan hazırdır.

Klinsmann ve Tottenham hikayesi böyle başlar…

Anlaşma zemini arayan tarafın kim olduğu, kimin ilk adımı attığı hikayedeki taraflardan hangisine inandığınıza bağlı. Ancak kesin olan bir şey var ki Klinsmann Monako’da mutsuz, Sugar ise Tottenham taraftarlarını kazanabilmek için bir süper yıldız arayışında. Ortam bu olunca doğal olarak saatler içerisinde anlaşma hazır hale gelebiliyor.

Eski The Guardian spor gazetecisi ve Tottenham Biyografisi yazarı Julie Welch o dönem yaşananları şöyle ifade ediyor; “Sabah aşağı indiğinizde mutfakta tek boynuzlu bir at bulmak gibi bir his -Jürgen Klinsmann’a sahipsiniz. Dünya Kupası Şampiyonu-”

Monako’da durum karışık. Arsene Wenger yönetimindeki kulüpte Jürgen futboldan bıkmış durumda. Tottenham ise aynı dönemde büyük bir krizde. O sıralar herkes 1994 Dünya Kupası’nda daha yeni beş gol atmış bir oyuncunun gitmeyi düşüneceği son kulübün Spurs olacağı fikrine sahip.

Londra’da durum yalnızca o anki sıkıntılardan ibaret de değil. Kulübün önceki sahiplerinin karıştığı mali usulsüzlükler, İngiliz futbolunun o dönemde gördüğü en ağır cezaları miras olarak Sugar’a teslim etmiş vaziyette. 12 puan silme, 600 Bin sterlin para cezası ve FA Cup’tan bir yıl men.

Dönemin teknik patronu Ossie Ardiles ve ekibi için hayli kasvetli bir ortam mevcut. Haliyle Klinsmann’ın gelişi basit bir imzadan çok daha fazlası.

Bir Tottenham sevdalısı ve “Life Goals” podcastinin sunucu Theo Delaney o günü şöyle anlatıyor; “Baywater yolunda trafik sıkışıklığıyla mücadele ediyordum. O zamanlar futboldan nefret eden kız arkadaşımla birlikteydim ve zaten çok hızlı araba kullanamıyordum. Birden Radio Live 5’te Spurs’ün Jürgen Klinsmann’ı kadrosuna kattığı söylendi.”

“Ona baktım, dilim tutulmuştu. Neredeyse titriyordum. Ona sorsanız tepki verme şeklimden bunun çok ama çok büyük bir şey olduğunu size anlatabilirdi”

“Henüz Dünya Kupası yeni bitmiş olmasına rağmen sanırım onun adını ömründe hiç duymamıştı. Birbirimize baktık ve ikimizde ilişkimizin bitmiş olduğunu düşündük. İkimizde bunu biliyorduk. Bu kadardı.”

“Bunu açıkça ifade etmeliyim, yaşadığımız o dönemde dünya üzerinde onun seviyesinde yalnızca iki ya da üç oyuncu vardı.”

Şok olan yalnızca Delaney değildi. Tüm Birleşik Krallık ve dünyanın geri kalanı için Klinsmann’ın imzası şok ediciydi. Almanya’nın güneybatısında yer alan Swabia’lı oyuncu 30 yaşına geldiğinde çoktan Bundesliga ve İtalya’yı kendine hayran bırakmış durumdaydı.

Fakat Jürgen’in Premier Lig’e gidişinde anavatanındaki hayranlarını cezbeden farklı bir unsur söz konusuydu. The Athletic’den Alman Futbol Uzmanı Raphael Honigstein durumu şöyle açıklıyor; “Muazzam bir heyecan vardı çünkü Klinsmann, Alman bir yıldız ve İngiliz kulübünün ortaklığı modern zamanlarda hiç yaşanmamıştı.”

“Son büyük Alman oyuncu büyük olasılıkla Bert Trautmann’dı. Klinsmann’ın oraya gitmesi ile arasında nedeyse 30 yıl var. Bence bu bir macera olarak, geçmişe, köklere doğru bir yolculuk olarak görüldü. Daha az rafine ama daha dürüst futbola doğru.”

“Sanıyorum Jürgen’in kendisi de oyuna, oyunu oynamaya yapılan vurgunun kendisinden etkilendi ve gerçekten bu fikirden keyif aldı. Çok fazla taktik olması gerekmiyordu ya da çok fazla taktik antrenmanına ihtiyaç yoktu. Taktik odaklı yapılara alışmıştı fakat bence, onun bakış açısına göre bu duruma karşı İtalya ve Fransa’da olumsuz bir tutum benimsemişti.”

Klinsmann’ın ateşi tüm Tottenham taraftarlarını çoktan sarmıştı. Kulübün sahte formaları bile tükenmişti. Taraftarların neredeyse tamamı yeni yıldızlarını görebilmek için her şeyi yapardı.

Delaney o günleri betimlerken; “Klinsmann ortaya çıkıyor, önce bir İrlanda turu yapıyorlar ardından Watford ile Vicarage Road’da bir hazırlık maçı düzenleniyor. O gün kelimenin tam anlamıyla taraftarlar Vicarage Road’a üşüştüler, adeta stada hücum etmişlerdi.”

“Kimse buna hazır değildi. White Hart Lane’den 30 yıllık arkadaşım Kevin ile gittiğimizi hatırlıyorum. Kevin eşini de getirmişti. Henüz yeni evlenmişlerdi ve eşi sekiz aylık hamileydi. Dışarıda nazik ve sakin geçen bir gün olacağını hayal ediyorduk. Ancak bizi içine sıkıştıran o kalabalıkla karşı karşıya kaldık. Hamile eşinin yaşanan sıkışıklıktan etkileneceğini düşünerek çok korkmuştum. Ama biz oraya Klinsmann’ı Tottenham formasının içinde kendi gözlerimizle görebilmek için gitmiştik.”

“O an Klinsmann İngiltere’nin en nefret edilen oyuncusuydu”

Tottenham hayranları için tablo hayli parlak olsa da Klinsmann’ın gelişi Premier Lig’deki herkes için aynı duyguları ifade etmiyordu. 1990 Dünya Kupası’nda İngiltere’yi eleyen Alman takımında yer alan oyuncuya pek sempati beslendiği söylenemezdi. Hatta İngiliz Basını, Alman oyuncuyu “sürekli kendini yere atmakla” itham ediyordu.

Guardian’dan gazeteci Andrew Anthony, “Jürgen Klinsmann’dan nefret ediyorum” başlıklı yazısıyla transferi duyurmuştu.

“O an Klinsmann İngiltere’de en nefret edilen oyuncuydu. Nefret İtalya 90’a dayanıyordu. O günlerde Klinsmann, Neymar’dan çok daha önce Neymar’dı. Ona tam olarak bu gözle bakıyorduk.” diyor Julie Welch.

Medyadaki duruma rağmen Almaya’da Jürgen’in bu tercihine karşı büyük bir rahatlık söz konusuydu.

Honigstein, “Kimsenin gerçekten onun için endişelendiğini sanmıyorum. Çünkü herkes bunun sokakta dolaşan, onu öldürmeye çalışan insanlardan ve bu insanların gerçek duygularından kaynaklanmadığını biliyordu. Bu sadece medyanın yaptığı bir şeydi.” diye anlatıyor o günleri.

“Ama tabii ki heyecan yarattı. Başlangıçtaki olumsuz durum, kendini yere atıyor hikayesi ve tüm bu şeyler biraz da Alman karşıtı duyguların işin içine karışmasıyla hikâyeyi çok daha büyük hale getirdi”

Dönemin Tottenham kaptanı Gary Mabbutt, Klinsmann ile aynı odayı paylaşan isimdi. Kaptan, yeni takım arkadaşının bir an önce rahatlayıp uyum sağlamasını istiyordu.

“İlk geldiği andan itibaren medya tamamen ona ve bu yere atma hikayesine odaklanmıştı. Her yer bununla doluydu. Bu ithamların haksızlık olduğunu hissetti, kabul etmedi ve belli derecede de rahatsız oldu.”

“Ona bunun üstesinden gelebilmesinin tek yolunu açıkça izah ettim. Temelde İngilizler, eğer biri kendilerine gülerse ve devam eden alay konusu üzerine şaka yaparsa iş tatlıya bağlanır. Basın toplantısına eskiden kalma kocaman bir dalgıç maskesi ve dalış kıyafetiyle çıkmasını bile tavsiye ettim. Hatta bir tane kiralamak için araştırdık ama bulamadık.”

Ancak tüm bunların yerine Klinsmann’ın basın toplantısında herkesi cezbetmek için tek bir cümleye ihtiyacı vardı:

“Londra’da iyi dalış okulları var mı?”

Sezon öncesi statlarda alay konusu olan, medyayı süsleyen her şeye rağmen işler değişmişti. O andan sonra rakip taraftalar, Klinsmann her yere düştüğünde dalış puanı veren kartlar kaldıracaktı.

Takım arkadaşları artık Klinsmann’ın hikâyeyi kontrol altına alması gerektiğine karar vermişti. Takım, çarşamba günü sezonun ilk maçı için Sheffield yolculuğuna çıkarken bir plan yapıldı.

Kaptan Mabbut; “Sanıyorum ilk olarak “Bak, neden hepimiz birden dalış yapmıyoruz? Diyen Teddy Sheringham’dı. “Jürgen takım için ilk golünü attığında tüm takım orta çizgide buluşacak ve hep birlikte dalış yapacağız.” dedi. Parlak, çok parlak bir fikirdi.”

Klinsmann’ın ilk golü, takıma Premier Lig tarihinin en ikonik kutlamalarından birini gerçekleştirme şansı verdi. Oyunun ilerleyen dakikalarında attığı kafa golüyle Alman yıldız tüm eleştirilere cevabını vermiş oldu.

Mabbut değişen havayı anlatırken; “Tottenham taraftarlarına göre o bizim süperstar oyuncumuzdu. Ancak İngiliz halkı için de konuşacak olursam, onların da Jürgen’e ısındığına inanıyorum. Yalnızca Spurs taraftarı için değil, genel olarak tüm taraftarlar için büyük bir yıldız oldu.”

Tüm yaşananlardan sonra Jürgen’in “dalış” esprisi İngiliz basınını yatıştırmıştı. Ancak Hogstein’e göre bu hareket onun mizah anlayışından çok daha geniş bir amaca yönelik gerçekleştirilmişti.

“O, çok benmerkezci, azimli ve doğal bir iyimserlik duygusuna sahipti ancak bir o kadar da hırslıydı. “Mizah ve kendine gülebilme yeteneğine sahip olabilmek.” bu duruma pek fazla rastlanmaz.” diyor Alman uzman.

“Bana kalırsa, işe yarayacağını bildiği için yaptığı bir şeydi. Nasıl oynayacağına ve stereotipi yıkmada ne kadar başarılı olacağına dair keskin bir farkındalıkla gerçekleştirilmişti. Mükemmel bir şekilde uyguladı ama “çok komiğim, kendime gülüyorum, kendimi o kadar da ciddiye almıyorum” düşüncesiyle hareket ettiğini sanmıyorum. Bence Klinsmann o tarzda bir kişi hiç olmadı.”

Devam edecek…