Anakin’den Vader’a

Benim gözümde iki farklı insan tipi vardır; faaliyetlerini iz bırakmak için icra eden ve yaşamın kaosundan olabildiğince uzak kalmak isteyenler. İnsanlar yola koyulmadan önce, ilk olarak hangi insan olacağına karar vermelidir. Ancak adınız Wayne Mark Rooney ise efsane olmaktan başka seçebilecek opsiyonunuz yoktur.

Premier Hikayeler’in ikinci baskısını Umut Öztürk, İngiliz Futbolu’na damga vuran Wayne Rooney’nin hikayesiyle yapıyor.

Küçük Wayne, Thomas Rooney ve Jeanette Marie Rooney çiftinin ilk çocuğu olarak 24 Ekim 1985’te dünyaya geldi. İrlanda asıllı olan Rooneyler, aynı zamanda Katolikti. Liverpool’a bağlı Croxteth banliyö bölgesinde bir Everton taraftarı olarak doğan Wayne’i profesyonel hayat Manchester’a, Amerika’ya, Derby’e sürüklese de âşık olduğu Mavi renklerden asla vazgeçmeyecekti; Manchester United formasıyla Everton taraftarının önünde kırmızı formayı öptüğünde bile!

Kendisinin çocukluk kahramanı da geçtiğimiz sezon geçici olarak Everton menajerliğine soyunan Duncan Ferguson’dı. Ferguson’ı idol kabul eden bir çocuğun küçükken savunmaya daha çok ilgi duyduğu varsayımını ortaya koyabiliriz, ancak kendisinin forvet özelliklerine bir yanlış tercihi sonucunda yazık etmemesi hepimiz için sevindirici gelişme.

Liverpool doğumlu, ailesinin futbolcu olmasını istediği çocukların genelinin tanışacağı en gözde alt yaş takımlarından biri olan Liverpool Schoolboys’da futbola adımını attı. Kısa süre geçmeden, diğerlerinden kendisini ayıran özelliklerini bir bir ortaya koyuyordu. Bu döneme dair en çarpıcı istatistik; genç Wayne’in U-11 takımında bir sezonda 72 gol atarak rekoru uzun süre elinde bulundurmasıydı. Daha sonra bu rekor 2010’da şu anda Fleetwood Town’da oynayan Gerard Garner tarafından kırılacaktı.

1994 yılında, kendisi henüz 9 yaşında bir çocukken ilk transferini yaptı. Adres, şirin bir bölgesel takım olan Copplehouse olmuştu. Filmin gelişiminin başladığı sahne de tam buradaydı; genç Wayne, orada Everton gözlemcisi Bob Pendleton ile tanıştı. Pendleton, o gün cebindeki 4,50 sterlin ile o çamur sahanın etrafında takılmaya karar vermeseydi, şu anda İngiltere tarihinin en büyük futbolcularından biri keşfi belki de gerçekleşmeyecekti. Bob verdiği bu kararın hayatının en doğru karar olduğunu söylüyor. Ayrıca Liverpool’un bölgedeki gönüllü ve görevli gözlemcilerinden önce genç Rooney’i Everton renklerine bağlamak da iki takımın tarihin akışını değiştiren unsurlardan.

“Wayne Rooney’nin ilk kez Long Lane, Walton’daki Jeffrey Humble sahalarında oynadığını gördüm. Dokuz yaşındaydı ve adeta gol atmak yaşıyordu. O zaman bu utangaç genç adamın İngiltere’nin en büyük golcüsü olacağını düşünmemiştim, ancak iki yıl içinde bunun olacağından kesinlikle emin oldum.” Bob Pendleton

Rooney, kulübün alt yaş kategorilerinde kendinden söz ettirmeye başlamıştı. A takımın maçlarında top toplayıcılık yaptığında Everton taraftarı saha kenarındaki çocuğun namından haberdardı, gelecek çok ama çok yakındı.

1996’da Everton ile öğrenci şartlarıyla sözleşme yaptı. Yıllar geçtikçe Rooney’nin ileriye adımları sıklaşacaktı.15 yaşında FA Gençler Kupası’nda çıktığı 8 maçta 8 gol attı. Performansının etkileyiciliği bir yana dursun, kendisinin ortaya çıkaracağı pek çok ikonik sahneden ilki burada ortaya çıktı; Aston Villa’ya attığı golden sonra gösterdiği ‘Once a Blue, Always a Blue’ sloganlı tişört onu taraftarlarla daha yakın bir ilişkiye sürükledi.

17 yaşından küçük olduğu için imzalayamadığı resmi sözleşmeden dolayı A takım hayalleri için bir süre daha beklese de 2002 yazında Avusturya kampına götürülmesi kendisinin A takıma çıkma hayallerine kavuşması anlamına gelecekti.

17 Ağustos 2002’de Tottenham maçına çıkarken tam 16 yaşındaydı. Bu, kendisini Joe Royle ardından Everton formasını giyen en genç ikinci futbolcu yapıyordu. Joe Royle’ın 1966’da bunu yaptığını unutmamak gerekirse, fiziksel mücadelenin bireysel yeteneğin önünde konumlandığı bir futbol ikliminde, 16 yaşında bir futbolcuyu dünyanın en sert futbol oynanan liginde sahaya atmanın bir nedeni olmalı: O gün ya Moyes akli dengesini yitirmişti ya da Rooney bu şansı hak edecek ışığı veriyordu.

Kısa süre sonra ikinci maddenin ağır bastığı kanıtlandı. 2 Ekim’de, Wrexham ile oynanan İngiltere Lig Kupası maçında attığı iki golle hem Toffees için ilk resmî golünü kaydederek 3–0’lık galibiyette pay sahibi oldu hem de Everton tarihinin en genç golcüsü unvanını elde etti.

Kariyerindeki kritik tarihlerden biri 19 Ekim oldu. Son lig şampiyonu Arsenal’e karşı son dakikalarda attığı galibiyet golüyle Arsenal’in 30 maçlık yenilmezliğine son verirken, kariyeri boyunca en büyük rakiplerinden olacak Topçular’la ilk tanışmasıydı. Golün yalnızca niceliği değil, niteliği de harikuladeydi, hatta birçoğuna göre bu genç İngiliz’in, Ferguson’ın dikkatini çektiği ilk andı. Ayrıca bahsettiğim gol, kendisine o dönem için Premier League tarihinin en genç golcüsü damgasını vuruyordu. 2002’de BBC tarafından verilen ‘Yılın En iyi Genç Sporcusu’ seçildi. Bu ödül aldığı ilk profesyonel sözleşmeye de yansımıştı tabii ki.

Manchester United Günleri

Üst düzey bir ligin en iyi genç yeteneklerinden biriyseniz ve takımınız ligi 17. sırada bitirip son anda kümede kalıyorsa, büyüklerin ilgisi bir noktada aklınızı çelecektir.

Wayne, Baines gibi sadece bir Everton efsanesi olmak istemiyordu, Premier League efsanesi olmayı kafasına koymuştu. O dönem empatiden uzak Everton taraftarı tarafından çok yoğun eleştirildi. 2003/04 sezonunda kendisine uzatılan yeni sözleşmeyi reddetti. Kapıda Newcastle ve Manchester United bekliyordu. Kendisine epey pahalıya patlayacak, kıran kırana gelişen transfer yarışını Kırmızı Şeytanlar kazandı; 25,6 milyon sterlin, 20 yaş altı bir futbolcu için ödenen en yüksek bonservisli transfer olarak tarihe geçti.

Kendisinden edilen nefretten asla rahatsızlık duymuyordu. Bu umursamaz tavrı nefretleri arttırıyor, kendisine de bir motivasyon kaynağı olarak geri dönüyordu. Belki de yıllarca en yüksek seviyede kalmanın sırrı buydu. Bir nevi Kobe Bryant’a benzetiyorum onu. Kırmızı formayı giydiği ilk maçta Fenerbahçe’ye karşı üç gol atması, United taraftarının heyecanını harlıyordu. Ayrıca United formasıyla ilk lig golünü yine o bahtsız takıma; Arsenal’e kaydetmişti. 19 yaşını kutlayan Rooney, bu sefer ise Arsenal’in 49 maçlık serisini bitiriyordu.

United formasıyla başarıdan başarıya koşarken bazen tek kaldı, bazen de yanında pay verilmesi gereken partner buldu.

W/ Ronaldo 2004–2009

Cristiano Ronaldo ve Wayne Rooney beş sezon birlikte forma giydiler İngiliz futbolunda şimdiye kadar görülen en büyük ortaklıklardan birini kurdular.

13 yıl önce Manchester United, Luzhiniki Stadyumu’nda Chelsea’yi mağlup ederek üçüncü Avrupa kupasını kazandı. Kırmızı Şeytanlar’ın 2000’ler ortası jenerasyonunun yıldızı pek çok kişiye göre değişir ancak ben o takımı hep Rooney & Ronaldo ikilisiyle anımsarım.

Kulübe katıldıklarında ikisi de henüz çok gençti. İkisinin de gelişimleri doğru orantılı oldu. Euro 2004’te gösterdikleri performans, taraftarları için turnuvanın nadir sevindirici gelişmesiydi. Ancak sonraki Dünya Kupası, yıllarca sürecek büyük bir polemiğe sahiplik etti.

İngiltere-Portekiz maçında kavga edip tüm dünyayı şaşkına çeviren ikili, Ferguson’ın mükemmel insan yönetimiyle sezon başlayınca performanslarına devam etmeyi bildiler. 2007 yazında bu ikiliye Carlos Tevez’de eklenince Şampiyonlar Ligi ve Lig şampiyonluğu kazanıldı. Bu üçlü, gelmiş geçmiş en büyük üçlüler arasına isimlerini yazdıracaktı.

Ronaldo 2009’da Real Madrid’e gitmeseydi birlikteliğin büyüklüğü ne seviyelere ulaşırdı tahmin etmek zor. Ancak en önemli özelliği rekabetçi olması olan Cristiano, Messi’nin karşısına gidip şansını denemeye karar verdi ve tahtı tamamen Rooney’e bıraktı.

2009, gelmiş geçmiş en iyi Rooney sezonu olarak hatırlanır ve bu sanırım tartışmaya kapalı bir konu ki FA’de böyle düşünüyor olmalı. İngiltere’de yılın futbolcusu seçilse de şampiyonluk yarışında gol rekorlarını kıran Chelsea’nin gerisinde kaldı. 22 Ağustos 2009’da 5–0 biten Wigan Athletic maçında 2 gol atarak, Manchester United formasıyla 100 gol barajını geçen 20. oyuncu oldu.

W/ Berbatov 2010/11

2009/10 sezonu başlarken Ferguson, Berbatov’un her zamankinden daha fazla istekli ve motive olduğunu vurguluyordu. Bu azim ve istek meyvelerini ilk kez bu kadar somut şekilde 2010/11’de verecekti. 2008’de kulübe katıldığından bu yana katkılar Tevez, Ronaldo ve Rooney’nin arkasında kalan Bulgar futbolcu, belki de ilk kez kahraman olma şansını bu denli yakın hissediyordu. Sezonun genelinde 4–4–2 oynayan United’ın ileri ikilisi beklendiği üzere Rooney&Berbatov olmuştu. 2009 Nisan’da Guardian yazarı Daniel Taylor, bu ikilinin Ferguson’ın beklediği etkiyi yaratmayacağını ve verimsiz olduğuna dair bir yazı kaleme aldı. Ancak Sir, bu ikilinin oluşturduğu forvet hattı ve kritik anlarda Chicharito’nun katkılarıyla şampiyonluğu kazanmayı bildi.

Düşüş

Fergie son yıllarına girerken, Rooney artık veteran bir oyuncu statüsüne evriliyor ve santrafor özellikleri yavaş yavaş törpülenmeye başlıyordu. Sakatlıklar, söylentiler ve İngiltere formasıyla beklenen başarının bir türlü gelmemesi onu yormaya başladı. 2011/12’de şampiyonluğu şehrin yavaş yavaş ön plana çıkan ekibi City’e kaptıran United’da Ferguson, unvanı geri kazanmak için sükseli bir hamle yapmanın zamanı geldiğini anladı ve eklenen isim Robin Van Persie oldu.

“İkimizde 9,5 numarayız. Kaleye dikine oynayabilirken, sırtı dönükte topu tutup servis yapabiliyoruz. Avrupa’da dolu santrafor mevcut ancak bizim gibisini bulmak zor. Wayne benden daha geride oynadığından daha çok yapıyor. Fakat ihtiyacımız olduğunda ikimizde bunu yapabiliyoruz.” Robin Van Persie.

“Wayne benden geride oynadığında daha iyi iş yapabiliyor” cümlesinin altını çizmekte fayda var. Rooney’nin orta saha bağlantısının ve pas kalitesinin Van Persie’den daha iyi olması onu yavaş yavaş kaleden uzaklaştırdı. Van Nistelrooy ile oynarken de 9,5 numara görevini üstlenen Rooney, bu kez bir adım daha orta sahaya yaklaştı. 2011/12 sezonunda tüm kulvarda 34 gol katkısı yapan yıldız ismin bir sonraki sene Van Persie ile oynarken 15 golde kalması şok etkisi yaratmıştı. Bu düşük sayıyı Van Persie’ye yaptığı asistler ile kompanse eden Rooney’de görülen en büyük değişim uzun paslardı, hatta Van Persie’nin klasikleri arasında sayılan Aston Villa volesinin de pası kendisinden gelmişti. O sezon açık ara şampiyon olan United’da bu mesele halı altına süpürülse de problemi farkında olanlarda vardı.

Ferguson’ın emekliliğinin ardından takım lideri rolüne soyunan Wayne, ne Moyes ile ne Van Gaal ile ne de Mourinho ile dikiş tutturabildi. Moyes ile başlayan orta saha oyuncusuna dönüşüm, zaman ilerledikçe iyice ayyuka çıktı ve United kariyerini neredeyse bir orta saha oyuncusu olarak bitirdi. Artık takımın ritmine ayak uyduramıyordu ve kırdığı gol rekorunun ardından tek çaresinin yeni bir serüven olduğunu kabullendi. Daha sonra İngiliz medyasına konuşan Rooney, United’da geçirdiği son sezonlardan utandığını dile getirdi.

“Bir futbolcu olarak kendinizi sorguladığınız zamanlar oluyor. ‘Yeterince iyi miyim?’ diye kendinize soruyorsunuz. Avrupa Ligi finalinde bir dakikalığına oyuna girmiştim. Lig Kupası finalinde Southampton’a karşı da oyuna girmek üzereydim. İşte o an kendimi utanmış hissettim. Southampton maçında Mourinho yanıma geldi ve ‘Kupayı senin kaldırmanı istiyorum.’ dedi. Ben o sırada, ‘İyi de maçta oynamadım bile’ diye düşünüyordum. Israrcıydı ve ben de gidip kupayı kaldırdım. Ama biliyordum, ne yapıyorum diyordum. Başka bir yere gitmem gerektiğini düşünüyordum. Sanırım kariyerimin bazı bölümlerinde öz güvenim sarsılmıştı. Örneğin bir dönem -2006–07 sezonunda- gol atıyordum ancak bir anda nedense atamamaya başladım. Üzülüyordum çünkü futbolu seviyorum, oynamayı seviyorum. Maçtan sonra eve gidip, maçı tekrar seyreder ve nerede, neyi yanlış yaptığımı anlamaya çalışırdım ancak başaramazdım da. Çok sinir bozucuydu. Bir türlü neden gol atamadığımı, neden kötü oynadığımı çözemedim. Bu kez daha fazla denemeye başladım ve daha kötü oldu ve kendimi sıkışmış hissettim.”

Yıllar sonra bizler tabii ki Rooney denince United’ın Adidas sponsorlu karanlık yıllarını değil, Nike sponsorlu kupadan kupaya koştuğu zamanları hatırlayacağız.

Ev Gibisi Yok

United yıllarında gerekli gereksiz agresifliği ve davranışları ile yoğunca eleştiriye ve protestoya maruz kaldı. Dönemin en başarılı kulübü, haklı olarak en sevilmeyen kulübüydü. Rooney’de bu hikâyeden payını fazlasıyla almıştı. Ancak Mourinho altında kazandığı Uefa Kupası ardından aldığı karar ile yoğun eleştirilerin yönünü bir süreliğine çevirdi. Ligin Darth Vader’ı, yeniden Anakin olmaya karar verip yuvaya dönüyordu. Rota yeniden Goodison Park’tı.

Lukaku’nun satışından yüksek bir miktar eline geçen Maviler, iddialı bir ekip kurmayı planlıyordu ancak beklediklerini son yıllarda birçok kez olduğu gibi bulamadılar. Sandro ile rotasyonlu olarak görev yapan Rooney, yeniden orta saha olarak konumlandı. Geri dönüşüyle herkesin gönlünü fethetmeyi başarsa da penaltılar dışında skorer kimliğini sahaya pek yansıtamadı. Onun için sıradaki rota Amerika olacaktı.

İkon

Rooney her zaman dünyanın en çok kazanan sporcuları arasında yer aldı. Zirve dönemlerinde Coca Cola, Ford, Nike, Samsung, Nokia, THY gibi birçok büyük firmayla sponsorluk anlaşması imzaladı. EA Arts’ın FIFA serilerinin çoğunda kapakta kendisi vardı. Kapağı bazen Ronaldinho ile, bazen Henry ile bazen ise Kaka ile paylaştı. Ancak UK için çıkan serilerde 06’dan 12’ye kadar kendine hep yer buldu.

Rupert Murdoch’un sahip olduğu Birleşik Krallık merkezli bir yayınevi olan Harper Collins ile gelmiş geçmiş en büyük spor kitabı anlaşmasını imzaladı. Rooney, bu anlaşmadan 5 milyon sterlinle birlikte, on iki yıllık süre boyunca yayımlanacak olan kitaplardan telif ücreti alma hakkı kazandı. 2006 Dünya Kupası ardından çıkan My Story So Far kitabını The Official Wayne Rooney Annual ve My Decade in the Premier League kitapları takip etti.

Geçtiğimiz sene Derby formasıyla United’a karşı son kez oynadı ve Derby’nin Premier League yolunda güvendiği bir menajer haline geldi. Ülkemizde de popülerliği epey fazla olan Rooney’i canlı olarak izleyebildiğimiz için çok şanslıyız. 2010’larda doğan çocuklar neler kaçırdıklarını farkında değiller!

Umut Öztürk

Siz de Premier Lig’e, tuttuğunuz takıma ya da hayranlık beslediğiniz oyunculara dair yazılarınızı bizlerle paylaşabilir, “prefields@gmail.com” adresi üzerinden bize ulaştırarak web sitemizde ve Twitter hesabımızda paylaşılmasını sağlayabilirsiniz.